Önceki dönem milletvekillerinden, aynı zamanda Plan ve Bütçe Komisyonu eski üyelerinden ve Parlamenter Gazeteci ve Yazarlar Birliği Başkanı İbrahim Aydemir, son dönemde artan bölgesel riskler, Gazze’deki ihlaller ve Türkiye’nin stratejik konumuna dair kapsamlı açıklamalarda bulundu.
Tarihî hafıza ve milli irade vurgusu
Aydemir, 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’nı diplomasi tarihimizin en büyük başarılarından biri olarak nitelendirerek, bu antlaşmanın yalnızca imzalarla değil, milletin iradesiyle yazıldığını söyledi. Mustafa Kemal Paşa’nın Misak-ı Millî kararlılığını, bugünün Mavi Vatan bilinciyle aynı tarihî çizgide gördüğünü ifade eden Aydemir, “O gün masada zaferi yazan kalem, bugün mavi ufuklarda bayrak dalgalandıran iradenin aynısıdır” değerlendirmesinde bulundu.
Bununla beraber Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken Türkiye’nin artık yönlendirilen değil, yön belirleyen bir ülke haline geldiğini kaydetti. Devletin demokratik temelleri güçlenirken, milletin ruhunda da yeni bir özgüvenin doğduğunu belirtti.
Gazze’de vicdan çağrısı
Aydemir, Gazze’de yeniden bozulan ateşkese ilişkin yaptığı değerlendirmede, İsrail’in saldırılarını “insanlık onuruna yönelmiş barbarlık” olarak tanımladı. Uluslararası toplumun sessizliğinin bu zulmü cesaretlendirdiğini belirterek, “Gazze’nin direnişi ümmetin onurudur ama bu direniş yalnız bırakılamaz” ifadesini kullandı.
Öte yandan bölgedeki gerilimin küresel bir çatışmanın eşiğine sürüklendiğini belirten Aydemir, Amerika Birleşik Devletleri’nin İran çevresindeki askeri hamlelerinin yeni bir kuşatma planının parçası olduğuna dikkat çekti. İsrail’in Suriye ve Lübnan’a yönelen operasyonlarını “İran’a giden stratejik zincirin halkaları” olarak nitelendirdi.
Bunun yanında Türkiye’nin bu süreçte yalnızca izleyen değil, denge kuran ülke konumunda olması gerektiğini vurguladı. “Türkiye, adaletin son siperidir; bu çağda tarafsız kalmak, zulme susmak olur” dedi.
Türkiye’nin diplomasi çizgisi ve güvenlik dengesi
Aydemir, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın söyleşisinde ortaya koyduğu stratejik sabrı “soğukkanlı diplomasi” olarak tanımladı. Bu yaklaşımın, bağırmadan ama kararlılıkla sonuç alan bir devlet aklını temsil ettiğini söyledi.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Suriye hattında hem caydırıcılığı hem diplomatik nüfuzu birlikte yürüttüğünü ifade eden Aydemir, Avrupa’nın Türkiye’yi güvenlik mimarisinden dışlamasının kendi istikrarına zarar verdiğini kaydetti. “Devletimizin dili selamdır; ama o selam caydırıcı bir omurga üzerinde yükseliyorsa, muhataplar daha temkinli olur” dedi.
Kıbrıs, Suriye ve milli güvenlik ekseni
Aydemir, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Türk dünyası için bir varlık nişanesi olarak değerlendirdi. Rum kesimi ile İsrail’in ortak savunma hamlelerini “denizlerdeki sinsi kuşatma” olarak niteledi. “Türk varlığını hedef alan her teşebbüs millet iradesine çarparak dağılır” sözleriyle kararlılığı vurguladı.
Suriye meselesine değinirken, terör örgütlerinin “frene basma” görünümünün samimi olmadığını belirtti. Sabır siyasetinin bir irade göstergesi olduğunu, ancak sabrın daimî olmadığını ifade etti. Türkiye’nin güvenlik talepleri karşılanmadığı takdirde yılbaşından sonra daha sert tedbirlerin gündeme gelebileceğini kaydetti.
Aydemir, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarını sadece askeri bir eylem değil, “tarihî bir iradenin devamı” olarak değerlendirdi ve “Bu çağ milletin dirayet çağıdır” vurgusuyla konuşmasını noktaladı.
Türkiye Yüzyılı ve karakter inşası
Aydemir, Türkiye Yüzyılı vizyonunun yalnızca ekonomik bir atılım değil, toplumsal bir karakter yenilenmesi anlamına geldiğini ifade etti. Döngüsel ekonomi yaklaşımını hem üretimde adalet hem çevrede ahlak olarak tanımladı.
Eğitimin yalnızca bilgi değil, karakter inşasının da merkezi olması gerektiğini belirterek, “Eğitimi kısaltmak değil, derinleştirmek gerekir” dedi. Üniversite reformlarının gerçek anlamda başarıya ulaşmasının müfredatın yenilenmesiyle mümkün olacağını kaydetti.