Bir milletin hafızası yoksa, düşmanı olur. Çünkü hafızasız millet, kendini tanımaz. Tanımayan koruyamaz, koruyamayan sahip olamaz.
İbrahim Aydemir konuşmuş. Enver Paşa için konuşmuş. Lakin kelimeler Enver Paşa için değil yalnızca; buhrana tutulmuş bir zamana karşı konuşmuş. Gözleri pörsümüş bir milletten, gözlerini açmaya çağırıyor.
Enver Paşa…
Mazlumların yüreğine çizilmiş bir harita gibi adam. Türkistan’ın çöllerine düşen bir sancak, sarıkamışta rüzgârla titreyen bir dualar zinciri. Ömrü, “yok olmamak” diye okunabilir. Hatası mı? Belki de en büyük hatası, inanmaktı. Çünkü bu devirde en tehlikeli şey: inanmak.
Tarih denen meşum müfredat onu “maceraperest” diye yaftaladı. Oysa Enver, macera için değil; mukaddesat için yürüdü. Şehâdet onun için son değil, kıyametti. Her milletin bir Enver’i olur; bizim Enver’imiz, hâlâ konuşulmaktan korkulan bir hakikat.
Aydemir’in sesi, maziden değil, istikbalden geliyor. Diyor ki:
“Öcalan, ‘İsrail bize devlet kurma sözü verdi’ diyor. Bu sadece bir itiraf değil, bir asırdır sürdürülen bir senaryonun foyasıdır.”
İtiraf kelimesiyle başlar inkılap. Artık inkâr edecek yüzleri kalmadı. Harf harf dökülüyor gerçeğin kirli defteri: Siyonizm, bölücülüğün perdesi; PKK, figüranı; gaflet, dekoru.
Ama Enver’i susturamamışlarsa, milleti de susturamayacaklar.
Çünkü Enver ki, 23’ünde idama yürüyen yoldaşlarının yanındaydı.
27’sinde dağ başında hürriyet arayan bir seyyah.
30’unda çölün ortasında namaz kılan bir asker.
31’inde Edirne’ye yürüyen bir başkaldıran.
Ve 41’inde, şehâdetin omzuna dokunduğu bir derviş.
Bunlar tarih değil, bunlar milletin genetik hafızası.
Ve biz, bu hafızayla ya var olacağız, ya da silineceğiz.
Bize düşen mi?
Enver’in hayaline ihanet etmemek.
Aydemir’in haykırışını sağır kulaklara bırakmamak.
Çünkü bir milletin varlığı, hatırladıkça başlar.
Hatırlamaksa bir devrimdir.